24 Şubat 2015 Salı

Komşuları Şiddet Gören Komşunun Dramı

Bu eve taşındığımızdan beri Türkiye gündemini, nefret dilini, ölümleri, çaresizliğimizin yıkıcı etkisini, tüm TV kanallarından bize bağırıp duranları, sürekli ve bilinçli olarak aptal yerine konduğumuzu vesaire vesaire vesaire.., bir anlığına da olsa unuttuğumuz sürece mutluyuz. Hâlâ kahkaha atabiliyoruz mesela.  (Bizi cinnet sınırında gezdiren faşizm karşısında) demek ki ya sağlıklıyız ya da oynattık farkında değiliz. (İkinci ihtimal üzerinde durmak, daha doğrusu durmadan geçmek sinirlerimize daha iyi geliyor.)

Gözümüzü açtığımız anda başlıyor etiğini yitirmiş haber bombardımanı. (O haberlerin diline de değinmek lazım ama bu yazı, komşu olmanın dramı hakkında.) Kendimizi uykuya zorladığımız bir gece, bize ve ülkenin yarısına olan nefretini şehvetle püskürten ‘akıl almazın’ son akla ziyan konuşması üzerine kritik yaparken farkına vardık. Gün ışırken güneşi müjdeleyen kuşların şarkılarını duymayalı, aşk üzerine konuşmayı unutalı çok olmuş. Aşkı konuşmaktan hicap duymamıza sebep, Gezi günlerinden beri süren üzüntümüz. (Aşkı da yazmalı ama bu yazı, şiddet gören komşu için üzülmekten başka bir şey yapamayan komşunun dramı hakkında.)

Bir yandan tartışma programının diğer yandan internetin açık olduğu, kendimizi habere gömdüğümüz bir gece başladı komşuluk hikâyemiz. Aslında, taşınmaya çalıştığımız sırada, aldığı alkol nedeniyle ayakta zor duran karşı komşumuzun; "kimden izin aldınız, taşınırken" şeklinde şuursuz cümleler kurarken bir saçmalığa uyanan karısının, "bu olsa olsa bizim iyi yürekli ama içince bozulan adamın sesidir" diyerek kapıya fırlayışıyla başladı komşuluk hikâyemiz ama onun çözümü kolay. Alkollü zamanlarına denk geliriz ve Allah muhafaza muhatap oluruz diye kapıda duran çöplerini, hazır bizim çöpleri de atıyorken atmamaya başlayarak koruduk kendimizi, kendimizce!

Özgecan cinayeti üzerine oluşan toplumsal duyarlılık -tüm sakat yanlarını bir kenara bırakırsak- şahane! Ama mesele şu ki; kadınların, kadın örgütlerinin yıllardır verdiği mücadelede aldığı yol bir adamın diliyle saldırıya uğruyor. Kadınların şiddete maruz kalmasına sebep bu erkek egemen dilin hedef gösterdikleri olarak tacize, tecavüze isyan ederken beynimiz de duhule uğruyor. Dolayısıyla çözüm arayışları bir duvara tosluyor ve o duvarın olduğu yerde komşunun dramı başlıyor.
  
Özgecan cinayetinin üzerinden iki gün geçmişti ki Çengelköy'de kocası tarafından parçalara ayrılmış bir kadın cesedi bulunduğuna dair bir haber düştü gündeme. Ertesi gün, polise haber vermeyen 'duyarsız' komşular yargılandı. "Saat 19.00 sıralarında çığlık sesleri gelmeye başladı. Ara ara boğulma sesi gibi bir ses geliyordu. Televizyonun sesini kıstım. Sesler 5 dakika içinde kesildi. Sonra diğer komşumuz beni aradı, ‘ses sizden mi geliyor’ dedi (demek ki o evde de şiddet var!), ben  ‘yok’ deyince, alt kat komşunun kavga ettiğini düşündük. Daha önceden de bu şekilde kavga ediyorlardı. Bu yüzden aşağıya inip kapısını çalmadım. Ama çok farklı bağırıyordu. " diyordu komşu, "çok iyi bir insandı" dediği kadının bir duvar ötede parçalara ayrılışı üzerine konuşurken.

Parçalanan kadınla değil, komşuyla empati kurdum. Bir gün benim de böyle bir olay üzerine konuşma ihtimalimden yola çıkarak... "Sürekli kavga ediyorlardı. Yine öyle bir kavga sandık..." İçim çekildi, devamını kurgulayamayacağım! 
İki yan ve alt kattaki dairelerde, taşındığımızdan beri, mütemadiyen kavga var. Bazen gece yarısı uykumuzdan uyandığımız oluyor, bağırıştan. Bağırış diyorum çünkü sadece erkek sesi duyuluyor. Güne kavga sesleriyle başladığımızın sayısı bir hayli. En şiddetlisi alt kattaki. Eşyalar kırılıyor, küfürler, tehditler gırla. Bir defasında 48 saat aralıksız sürdü kavga. Kadın sesi bir defa duyuldu, bir eşyanın kırılma sesinden sonra: "Kırdın işte!"

Gürültüye karşı tetikteyiz. Tıpkı o, parçalara ayrılan kadının komşuları gibi televizyonun sesini kısıp müdahale etmemizi gerektirecek boyuta ulaşır mı diye bekliyoruz. Ve her kavgada ne yapabileceğimizi konuşuyoruz. Gidip konuşsak mı dedik ama riskli. Böyle bir dışarıdan/komşudan müdahale kadın aleyhine çözümsüzlük yaratabilir ve kadını daha zor bir durumun içine sokabilir. Üstelik öfkenin bize yöneltilmesi ihtimali de söz konusu. Adam öfkeli. Hayat(ın)a olduğu belli! 
Bir ara, belki belediyelerin, aileler için psikolojik danışmanlık hizmeti vardır dedik (çiftler boşanmasın diye uğraşıyorlar ya hani!) ama yokmuş. Yeğenlerimin okulundaki, boş bir arsayı mesken tutmuş sarhoşları şikayet etmek için ya da çöp yığılmış bir köşeye çözüm bulunsun diye belediyeyi arayıp duran ve belediyenin hizmetlerini iyi bilen velilerle konuştum. Çözüm yerine, onların komşularının başına gelen şiddet hikâyelerini dinledim. Çaresizler. Dinliyorlar sadece. Niye? Bağırmayı, tepemizdekiler gibi günlük yaşamın rutini haline getiren komşuları bir gün şiddet mağduru kadını öldürür mü diye!

Bir hafta sonu yine erk-eğin bağırışlarıyla uyandık. Bir başka evde yaşanan şiddetin komşuda yaratacağı tahribatı düşünün! Hele de, her ölüm haberinde (düzenli olarak öldürülüyoruz, malum!) gözüne uyku girmeyen komşuysa bu, yeterince yıpratılmış sinir sistemlerinin vay haline!

İşte o sabah Aile İçi Şiddet Hattı'nı aramaya karar verdik. Arayıp durumu izah ettik. Diğer evlerde de aynı durum söz konusu ama alt katın psikopatı, "seni boğarım, öldürürüm" diye bağırıyor, "acil olan bu" deyip durumu bildirdik, ne yapabileceğimizi sorduk. Ve birkaç defa üst üste aradık. Aile İçi Şiddet Hattı tarafından yönlendirilen polisler önce binayı bulamamışlar ve gitmişler. Tekrar anlattık, ayrıntı verdik, "pencerede bekleyelim" dedik, vs. Sonunda bulmuşlar. Kapıyı kadın açmış, "yok öyle bir şey" deyip polisleri yollamış. Elimiz kolumuz bağlandı. Çözümsüz kaldık. Biz, kadına ulaşma yolumuzun kıstırılmış durumdaki kadın tarafından engellenmesinin yüzümüze çarptığı sosyolojik durumun vahametiyle bakışırken Aile İçi Şiddet Hattı'nın bize tavsiyesi şu oldu: "Evden iyice emin olun, tekrar arayın"! "Alt katımızdan gelen sesten emin olmamamız imkânsız" dedik ama nafile, yasalar çerçevesinde onların da elinden gelen buymuş! Sonra, belki sahiden de yanılıyoruzdur deyip yöneticiyle konuşmaya karar verdik. Yanılmıyormuşuz. Ama sorun şu ki; bir ‘sus’ işaretiyle susturulduk. Şimdi kadının dramı ve komşunun dramıyla birlikte ‘sus’ işaretinin dramı da sıcak havayla birlikte asılı odalarımızın tavanında.

Potansiyel bir katille komşuyuz ve yapacak hiçbir şeyimiz yok! Peki, durum bu diye boş mu duruyoruz? Hayır. En az, bu ülkenin yalanlar üzerine kurulu vıcık vıcık siyasetini, vicdansız bir erk tahakkümüyle toplumun her kesimine zerk edilen pespayeliğini konuştuğumuz ve naçizane çözüm yolu aradığımız kadar, bu komşumuza ulaşabilmek için de yollar arıyoruz. Amma velâkin;

Komşu komşunun külüne muhtaç değil artık, komşu komşunun gücüne muhtaç!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder